ABD, işte tam da böylesi bir ortamda seçimlere pupa yelken giderken hiç beklenmedik bir gelişme yaşandı.
Daha doğrusu bir skandal patlak verdi, ortalık karıştı! Neydi, bu skandal!
Beyaz Saray’ı ziyaret eden kızlardan biri başkanın kendisine cinsel tacizde bulunduğunu iddia etti!
Beyaz Saray’da tüm hesaplar baştan ele alınmaya başlandı.
Başkanın rakipleri bu işe çok sevinirken, başkan kurtulmak için bir yol aramaya başladı!
Ancak bu beklendiği kadar da kolay değildir!
Çareyi iş gezisi olarak tanımladığı Çin’e gitmekte bulur.
Olayı temizlemeyi ve düzlüğe çıkarmayı da Beyaz Saray'a bırakır.
Peki, ama nasıl düzlüğe çıkar bu kadar çetrefilli gelişme?
İlk adım olarak, Beyaz Saray’a deneyimli ve başarılı bir danışman olan Conrad Brean (Robert De Niro) çağrılır.
Conrad, vakit geçirmeden harekete geçer.
Zaman kazanmak için basına başkanın hasta olduğunu ve Çin’den 1 gün geç döneceğini açıklar.
Bu arada Brean’ın aklına çok garip bir fikir gelir: Savaş!
Ama sıradan bir savaş değil, kurgusal bir savaş olacaktır!
Daha doğrusu ‘çıkarılacak’tır!
Kurgusal bir savaş meydana getirerek ABD toplumunun bu olaya olan düşüncelerini başka bir yöne çekmeyi planlayan Conrad Brean, işi inandırıcı yapması için bir Hollywood yapımcısı olan Stanley Motss’a (Dustin Hoffman) ulaşır.
Stanley teklifi ilk duyduğunda garip gelse de, yine de kabul eder.
Haber vermeden bir manken alacaklardır (Kirsten Dunst) ve ona ne için çekileceğini söylemeden bir video çekecek, daha sonra montajla ona savaşta kedisi ile kaçan kadın süsü vereceklerdir.
Savaş için akıllarına ABD ile pek bir işi olmayan Arnavutluk gelir.
İkilinin hikâyesine göre, Arnavutluk, ABD’ye saldıracaktır ve başkan kahraman olacaktır.’
Plan aynen yazıldığı gibi uygulanır!
ABD toplumu gittikçe savaşa inanmakta ve Başkan’ın cinsel taciz skandalını unutmaktadır!
Özellikle şarkıcıların besteleri vs. ile süslenen senaryo, olayı daha inandırıcı yapmaktadır.
***
Ancak bir süre sonra hesapta olmayan bir gelişme yaşanır!
Ülkenin istihbarat örgütü olayı çözer.
Bunu fark eden senaristler, olay duyulmadan hemen ikili ve asistanları Winifred Ames (Anne Heche) yeni bir olay düşünür;
yeni hikâyeye göre bir çavuş olan William Schumann (Woody Harrelson) Arnavutlar tarafından esir alınmıştır,
yayınlatılan bir fotoğrafta Schumann’ın tişörtünde mors alfabesiyle “Dayan, Anne!” yazmaktadır.
Yine skandal unutulur ve herkes "Dayan, anne" sözünü ezberler.
Sonunda ikili her şeyin iyiye bağlandığını düşünse de aksilik peşlerini bırakmaz.
Plana göre Schumann’ı uçakla ABD’ye getirip, skandal tamamen unutulacak ve kahraman olacaklardır.
Ve o gün gelir, uçakta üçlü William’ı beklerler.
Ve o da yanında iki polisle kelepçeli olarak uçağa bindirilir.
Şimdi öğrendikleri şey arasında şaşırıp kalmışlardır:
Şaşkın Stanley, Ames ve Brean ile rahibeye tecavüz suçundan tutuklanan, uyuşturucu kullanan, yer yer saldırganlaşan,
ilacı bitmek üzere olan tam bir şizofren olan William Schumann.
Mecburen bir kasabaya indiklerinde ise William yine bir kadına tecavüz etmeye kalkışınca kızın babası tarafından öldürülür.
Ve işte o an artık işler sarpa sarmış, çıkış yolu kapanmıştır...
***
Kafanız iyice karıştı değil mi? “Ne oluyor ya!” dediğinizi duyar gibiyim!
Ben de “Başkanın Adamları (Wag The Dog)” filmini izlediğimde benzer duygulara kapıldım.
Bir soru;
Türkiye gündemini 4-5 gündür meşgul eden
“Külliye’ye hangi CHP’li gitti?”
tartışması da en az yukarıdaki kadar çetrefilli ve de karmaşık değil mi?
Sizce...
Milli Gazete
Adnan ÖKSÜZ