II. Murad’tan söz eden kaynakların hemen hepsi, onun, sözüne sadık kalma konusundaki hassasiyetini, ahdini bozanlara karşı şiddetli tavrını, devletin menfaatlerinin gerektirdiği zaruri şartlar dışında savaştan hoşlanmayan barışsever tutumunu özenle kaydeder; ince ruhlu, güler yüzlü, cesur, ilmî sohbetleri seven, hem kılıç hem kalem sahibi, âlimlere ve sanatkârlara karşı nazik ve hamiyetperver mizacından övgüyle söz ederler.
Biçeroğlu Hamza Bey, Yörgüç Paşa ve onun oğlu Hızır Bey, Enderun’dan yetişen Balaban Paşa II. Murad’a lalalık yapan, askeri ve idari kabiliyetler bakımından gelişmesine etki eden isimlerdir.
Kur’an, tefsir, hadis, tasavvuf gibi dînî, matematik, astronomi gibi müspet ilimleri hocalarından öğrenerek yetişen II. Murad’ın elimizde bulunan şiirleri onun edebiyat eğitimi aldığını söylemek için yeterlidir. Tarihi kayıtlar da bu yaklaşımı kesin bir şekilde destekler mahiyettedir. Özellikle Avfî’nin Cevamiu’l-Hikâyât adlı eserini talebesi adına tercüme eden tarihçi, edip, şâir İbn Arabşah; tıp, matematik, mantık, astronomi gibi sahalarda âlim ve XIV. yüzyılın Anadolu sahasındaki en büyük şâiriAhmedî ve XV. yüzyılın Türkçe ve Farsça divan sahibi şâiri Ahmedî Dâ’î hocalığını yaptıkları II. Murad’ın şâirlik kabiliyetinin ve edebî zevkinin gelişmesinde etkili oldular. Altı yüz elli beyitten oluşan Ukudü’l-Cevahir (Reşîdüddin Vatvât’ın lügâtinin kısa bir tercümesi) adlı Arapçadan Farsçaya manzum lügati şehzadelik yıllarında II. Murad’a aruz bahirlerini, Arapça ve Farsçayı öğretmek amacıyla yazan Ahmedî Dâ’î,Tezkiretü’l-Evliyâ adlı eserini de onun adına kaleme aldı. Sözü edilen eserlerle birlikte II. Murad adına otuz yedi eser yazıldı. Bunlardan yirmi birini mesneviler oluşturmaktadır. Bu durum onun şiirle ve şâirlerle olan münasebetinin boyutu hakkında fikir vermesi bakımından dikkat çekicidir. II. Murad’ın kitaplarla ilişkisi bağlamında, kurduğu Üç Şerefeli Cami Kütüphanesi, II. Murad Darü’l-Hadis kütüphanesi, Muradiye Medresesi Kütüphanesi önemli birer göstergedir; ancak buralardaki mevcut kitap sayısı hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır.
Tekke ve dergahlar kurdurdu
Mükemmel bir eğitim gören ve gençlik yıllarını Amasya gibi dönemin önemli kültür merkezlerinden birinde geçiren II. Murad’ın sanatkâr kişiliği tekke ve tasavvuf çevrelerinden gelen tesirlerle de zenginleşerek gelişti. Tasavvufla ilişkisi her dergahı konservatuar gibi faaliyet gösteren Mevlevi tarikâtına mensup olacak kadar ileri düzeydeydi. Edirne Mevlevihanesini inşa ettirerek Mevlânâ’nın soyundan beşinci evlâdıCelâleddin Çelebi’yi ve altıncı evlâdı Cemaleddin Çelebi’yi Edirne’ye getirtti. Şeyh Şücâeddin Karamânî için mescid ve zâviye kurdurdu. Dervişlerle devamlı surette sıkı münasebetler içinde bulundu. Halvetiyye ve Nakşibendiyye tarikatlarını birleştirerek Bayramiyye tarikatını kuran, Anadolu’da milli edebiyatın ve tasavvufun yayılmasında önemli rol oynayan mutasavvıf, şâir ve bestekâr Hacı Bayrâm-ı Velî ile de yakınlığına dair anlatılar vardır.
Batı Türk rönesansının kurucusu ve Fatih devrinde ivme kazanacak ilim ve sanat hareketlerinin öncüsü olan II. Murad’ın saltanat yıllarında Arabistan, Türkistan ve Kırım gibi beldelerden aralarında Molla Güranî, Şerefeddin Kırımî, Alâeddin es-Semerkandî, Seydi Ali Arabî gibi isimlerin bulunduğu birçok âlim Osmanlı topraklarına geldi; ilim, sanat ve edebiyat olağanüstü derecede rağbet gördü; âlimler, şâirler, edipler ve mûsikîşinaslar himaye ve iltifat yoluyla teşvik edildi. Haftada iki gün âlimleri ve şâirleri toplayıp onları dinlemeyi, her hafta her konu için tartışmacılar tayin etmeyi âdet edinen II. Murad, saraya intisâblı şâirlere aylık tahsisat bağlama geleneğini başlattı. Bu gelenek, Kanuni Sultan Süleyman zamanında vezîr-i âzâm İbrahim Paşa’nın vefatına kadar devam etti.
Edebiyatla ilgisi Türkçenin gelişmesine katkı sağladı
II. Murad’ın edebiyatla ilişkisi bilhassa Türk dilinin inkişâfına hız kazandırdı. Muhitinde bulunanŞeyhî, Şemsî, Nakkaş Sâfî, Gelibolulu Za’ifî,İvazpaşa-zâde Atâyî, Hüsamî, Hassan, Bursalı Ulvî, Aşkî gibi şâirlere ve ediplere devamlı surette sâde dil, açık Türkçe fikrini aşılayan II. Murad bu yolla telif ve tercüme birçok eserin Türkçeye kazandırılmasını sağladı. Daha önce birkaç defa Türkçeye çevrilen Kabus-nâme, II. Murad’ın isteği üzerine Mercimek Ahmedtarafından daha sâde bir dille yeniden tercüme edildi. Kabus-nâme tercümelerinden biri olanBedr-i Dilşad’ın Murad-nâmesi de şiir ve mûsikî bölümleriyle konumuz açısından dikkate değerdir. Bu eserin 33. bölümü şiir, kafiye, kafiye kusurları ve muamma sanatı hakkındadır. Aynı zamanda Bedr-i Dilşad II. Murad’a açık, yalın, anlamı zorlanmadan kavranılacak bir şiir anlayışını benimsemesi konusunda tavsiyelerde bulunmuştur.
Her alanda eğitimin mutlak gerekliliğine inanan II. Murad’ın saltanat yılları şiir, inşa ve mûsikînin birçok yeni dersle birlikte Enderun mektebi ders cetveline alındığı yıllardır. Bu sayede imparatorluğun idaresinde bulunacak saray bürokratları birçok ilim sahasıyla birlikte şiir ve mûsikî eğitiminden de geçecek, edindikleri ciddi birikimle sanat hayatını zenginleştirecek, gerek verdikleri eserlerle ve gerek nüfuzları ölçüsünde iltifat göstererek birçok değerli sanatçının yetişmesine öncülük edeceklerdir.
II. Murad, şâir vasfı kazanacak kadar şiir yazan ve elimizdeki şiirlerinin kendisine ait olduğu kesin olarak bilinen ilk Osmanlı sultânıdır. Şiirlerinde Murad ve Murâdî mahlaslarını kullanan II. Murad, muhitindeki şâirlere tavsiyede bulunduğu sâde dille yazma konusuna kendisi de riayet ederek gayet açık bir Türkçe ile şiirler yazdı. Bazı şiirlerini konuşma sırasında rahatlıkla söylediği rivayet edilir. Aşk duygusunun ve rindâne söyleyişlerin yer aldığı şiirlerinin bazıları Edirne, Bursa gibi şehirlerle ilgili mahalli betimlemeler de içerir. Gazellerinin büyük kısmını Bursa’da çekildiği zâviyede yazdığı bilinir. Her ne kadar işret meclislerine düşkünlüğü var idiyse de tasavvufla olan yakın münasebeti dervişâne şiirler yazmasında etkili oldu. II. Murad; Şeyhî, Nef’î ve Sabrî gibi şairleri etkileyecek derecede başarılı ürünler verdi.
Musikiye merakı şehzadelik yıllarında başladı
Mûsikîyle ilgisi henüz şehzâdelik yıllarında bulunduğu Amasya’da başlayan ve dönemin kültür ve sanat bakımından önemli birer muhiti olan Edirne, Bursa, Manisa şehirlerinde gelişen II. Murad, Bursa sarayında kendi çevresinde yer alan mûsikî erbabından Hızır b. Abdullah’a meşhur Kitabü’l-Edvâr’ı yazdırdı. Müzikoloji üzerine yazılmış en önemli eserlerden biri olan bu Edvâr, Kırşehirli Yusuf bin Nizameddin’in 1411’de Farsça yazdığı Osmanlıların ilk önemli nazariyat kitabı Risâle-i Mûsikî’den sonra ilk Türkçe mûsikî kitabıdır. Eserde o güne kadar rastlanmayan makamlar görüldüğü gibi Edirne Sarayı’ndaHacı Ali, Sinân, Hüseyin ve Ali adlarında müzisyenlerle birlikte Eymin ve Mehmedadlarında iki hanendenin bulunduğundan da söz edilir.
II. Murad’ın yakın musâhibi Ahmedoğlu Şükrullah, mûsikî tarihimizin en büyük nazariyatçısı, Türk mûsikîsi sisteminin kurucusuSafiyyüddîn Abdülmü’min Urmevî’ye ait Arapça Kitâbü’l-Edvâr’ı ve XIV. Yüzyılda yazılan, yazarı tartışmalı Farsça Kenzü’t-Tuhaf’ın bazı kısımlarını, yine yazarı kesinlik taşımayan başka ilavelerle birlikte Türkçeye çevirdi. Şükrullah’ın Karamanoğlu İsa Bey’e ithafen hazırladığı, ancak II. Murad’a sunduğu Risâle min ‘İlmi’l-Edvâr adlı bu eser, o dönemde güçlenen “sanatta klasikleşme/klasik İran kültür geleneğine uyum sağlama çabalarının mûsikî alanında belirtisi” şeklinde değerlendirilir.
Daha önce sözü edilen Bedr-i Dilşad’ın Murad-nâmesi’ndeki mûsikî bahsi, döneme âit mûsikî ile ilgili diğer dikkat çekici içerikler arasındadır. Sultân Murad’a ithaf edilen, ansiklopedi, siyaset-nâme, fütüvvet-nâme ve nasihat-nâme niteliğindeki eserin 34. bölümü müzik teorisi, çalgıcılık ve söyleyicilik âdâbı üzerinedir. Bedr-i Dilşad mahlasını kullanan Şirvanlı Mahmud’un yazdığı bu esere, farklılıklar göstermekle birlikte Kâbus-nâme kaynaklık etmiştir. II. Murad’ın Mercimek Ahmed’e çevirisini yaptırdığı Kâbus-nâmede bir mûsikî bahsini ve mûsikî ile ilgili birçok ifadeyi içermektedir.
II. Murad’ın edebi muhitinde, seçkin musâhibleri arasında yer alan, Osmanlı klasik edebiyatının kurucularından Şeyhî’nin yazdığı ve II. Murad’a sunduğu, Nizâmî’nin aynı adlı eserinin kısmen nakli mahiyetindeki Hüsrev ü Şîrîn mesnevisi de mûsikî ile ilgili içerik barındırır. Şeyhî, bir aşk macerasını konu alan bu didaktik eserinde işret meclislerinden, mûsikîye dair öğelerle ve tasvirlerle birlikte mûsikî üstadı Barbed’ten söz eder.
II. Murad’ın sarayında bulunan bestekâr Hacı Ali’nin eserinin yer aldığı ‘anonim güfte mecmuası’ döneme ait mûsikî eserleri arasındadır. Eserde XV. yüzyıl mûsikî hayatında kabul gören formlara, Celayirli ve Orta Asyalı müzisyenlerin eser örneklerine ve Abdülkadir Merâgî’nin oğlu Hâce Abdülaziz’in adına rastlanır.
Bazı kaynaklarda ve araştırmalarda, II. Murad’ın müftü tayin ettiği, dönemin şöhretli âlimiMolla Fenârî’ye ait gösterilen, gerçekte onun oğlu Mehmed Şah Fenârî’ye ait olan, temel kavram ve konularıyla birlikte yüz ilmin konu edildiği Ünmûzecü’l-Ulûm adlı eserde de mûsikî ilmine yer verilmiştir.
Abdülkadir Merâgî ünlü eserini II. Murad’a ithaf etti
Türk Mûsikîsi’nin büyük deha kabiliyeti, bestekâr, müzikolog, hânende, sâzende HocaAbdülkadir Merâgî’nin, Mekasidü’l-Elhân adlı eserini II. Murad’a ithaf ederek küçük oğluHâce Abdülaziz vasıtasıyla Herat’tan Osmanlı ülkesine göndermesi dönemin mûsikî ile ilgili önemli hâdiseleri arasındadır. II. Murad’ın emriyle Edirne’nin Hacı Temürhan köyü Abdülaziz’e timar olarak verilmiştir. Bu bilgi ışığında Merâgî’nin bizzat Bursa’ya geldiğine ve Sultân tarafından ağırlandığına dair rivayetlerin yanlış olduğu anlaşılmıştır. Zaten dönemin şartları, gelişen siyasi olaylar ve böyle bir seyahate dair Merâgî’nin eserlerinde her hangi bir kayda rastlanılmaması söz konusu buluşmanın gerçeklik ihtimalini her zaman tartışılır kılmıştır. Sultân’a sunulan Mekasidü’l-Elhân adlı eser, “Türk, Moğol, Hıtay müzik kültüründen, Türk müziğinde ve şiirinde bir biçim olan ‘koşuk’tan, Türklerin kullandığı makamlardan ve devirlerden, Türk müziğinin inceliklerinden” söz etmesi sebebiyle özel bir önem taşır.
Bütün bunlarla beraber diplomatik bir görevle Edirne’ye gelen Burgonya dükü Philippe’in müşaviri Bertrando de la Brocquiéregözlemlerini aktarırken sarayda verilen ziyafette on iki/on dört kişilik bir saz takımı, bir nefir, bir büyük davul, en az sekiz çift nakkare hazır bulunduğundan ve iki saz şairinin kahramanlık destanları söylediklerinden bahsetmektedir.
Yerli ve yabancı kaynaklarda ve araştırmalarda görülen bu bilgiler başka hiçbir sultân devrinde rastlanmayan ölçüde mürekkep makam yazdıran/deneten, bu sahada sistemli bir faaliyet yürüten, şiirlerinde raks, çeng, rebab gibi mûsikîye dair terimlere, enstrüman isimlerine yer veren II. Murad’ın mûsikî ile yakınlığını izah için yeterlidir; ancak yine de II. Murad’ın bestekâr olduğu iddiasında bulunamıyoruz. Çünkü bu konuda teyidine ihtiyaç duyulmayacak kesinlikte bir hüküm ve II. Murad’a ait diyebileceğimiz bir mûsikî eseri zamanımıza intikâl etmemiştir.
Hat sanatçılarını himaye etti
II. Murad’ın sancak beyliği döneminde, nişancısı Bağdâdîzâde Abdullah Çelebi ile Dîvân-ı Hümâyun kâtipliği görevini yürüten Ahmet Çelebi, hat sanatının Amasya’da yaygınlaşmasına önemli katkı sağladılar. İlginin artarak sürdüğü bu dönemde hat sanatında Yâkut’un üslubu yeni yönelişlerle birlikte uygulanmaya devam etti. Sultân II. Murad’ın saltanat yıllarında himayesi altında bulunan sanatkârların Edirne’deki uygulamalarda getirdikleri yeniliklerle Osmanlı üslubuna zemin hazırlandı.
Gerek eğitimi ve yetişme tarzı, hizmetinde ve himayesinde bulunanların sanatla olan güçlü bağları ve gerek bulunduğu beldelerin sanat açısından taşıdığı canlılık II. Murad’ın hat sanatına ilgisini celb etti. Sultân’ın kimden ve ne surette meşk edip öğrendiğine dair elimizde bir kayıt bulunmasa da sülüs ve nesih türünde eser verdiğini biliyoruz. Zaten her biri sanat merkezi hüviyeti arz eden Amasya, Bursa, Edirne, Manisa gibi şehirlerde yaşamış, geniş bir edebi muhit edinmiş, şiir ve mûsikî ile yakından ilgilenmiş II. Murad’ın hat sanatına uzak kaldığını düşünmek imkân dahilinde değildir. Ancak ne yazık ki mûsikî sahasında olduğu gibi hat sahasında da II. Murad’a ait herhangi bir eser günümüze erişememiştir.
Yirmi sekiz yıl Osmanlı idaresini elinde bulunduran ve 1451 yılında hayata gözlerini yuman II. Murad tarihin görebileceği en ciddi sanat ve edebiyat hâmisi hükümdarlar arasında yerini aldı. Kök salacak ve yüzlerce yıllık süreç içinde muhteşem bir değer ve içerik kazanacak Osmanlı ilmî, edebî ve mûsikî faaliyetlerinin gelişmesine öncülük etti. İlk âlim, şâir ve hattat Osmanlı sultânı vasfı ve yönetim anlayışıyla kendisinden sonra gelecek hükümdarları bilinç, tavır ve hükümdarlık anlayışı bakımından etkiledi.
Abdullah Çevik/Dünya Bizim
.